TÜRK TARİHİNE AİT YENİ SIRLAR
ZÜLKARNEYN (A.S) KİMDİR?
ORHUN KİTÂBELERİNDE GİZLENEN GERÇEK NEDİR?
HZ. OSMAN'IN KILICINDAKİ SIR NEDİR?
OSMAN GAZİ'NİN İLK ADI NEDİR, NASIL VE NİÇİN
OSMAN OLMUŞTUR?
KÂBE'NİN ANAHTARLARI KİME EMANET EDİLMİŞTİR?
Bilindiği gibi Orhun
Kitâbeleri Türk dünyasının bilinen ilk yazılı belgeleridir. Ancak yüzyıllardan
beri gözden kaçan veya kaçırılan bir gerçek var ki, bu gerçek de o kitâbelerde
gizlidir.
Nedir bizim için
çok önemli olan bu gerçek?
Bu gerçeği meydana
çıkarabilmek için Kur'an-ı Kerim'in Kehf Suresi'ne bakmamız gerekir. Çünkü asıl
sır, Yüce Vahiy Kitabı Kur'an-ı Kerim'dedir.
Şimdi Orhun
Kitâbeleri'ne şöyle kısaca bir göz atalım:
" Ben Türk
Bilge Kağan; doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına kadar, batıda gün
batısına, kuzeyde gece ortasına kadar hep milletler bana bağlıdır. Bunca
milleti hep düzene soktum, ilerlettim. Doğuya ordu sevk ettim. Bunca yerlere
gittim.
Tanrı (Tengri)
yardım ettiği için milletime; gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen yerler
kazandırdım. Tanrı buyruğu olduğu için, Devletli olduğum için size Kağan
oldum. Tanrı yardım ettiği için dört yöndeki milleti derleyip topladım.
Ey Türk Milleti;
Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ilini, töreni kim bozabilir? Ey
Türk Milleti, titre ve kendine dön!"
Bilge Kağan meâlen
ve orijinaldeki aslında şunları da anlatmaktadır:
" Gittiğim
yerlerde güneşin kavurduğu, güneşin battığı son millete gittim. Onların
arasında hüküm verdim. Sonra dünyanın öbür ucuna, güneşin doğduğu yere vardım.
Orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. Birbirileriyle olan
çekişmelerine son verdim. Ordumla Tengri buyruğu olarak adalet getirdim. Tengri
buyruğu olarak bunları yaptım…."
Şimdi buraya kadar
anlattıklarımız, asıl anlatacağımız konuya hazırlık için ön bilgilerdi:
Şimdi, Kehf Suresi
85. Ayet ile başlayalım: " O DA BİR YOL TUTUP GİTTİ."
Kehf Suresi
86. Ayet: NİHAYET GÜNEŞİN BATTIĞI YERE VARINCA, ONU KARA BİR
BALÇIKTA BATAR BULDU. ONUN YANINDA (ORADA) BİR KAVME RASTLADI. BUNUN ÜZERİNE
BİZ: EY ZÜLKARNEYN! ONLARA YA AZAP EDECEK VEYA HAKLARINDA İYİLİK ETME YOLUNU
SEÇECEKSİN, DEDİK.
Kehf Suresi
89. Ayet: SONRA YİNE BİR YOL TUTTU.
Kehf Suresi
90. Ayet: NİHAYET GÜNEŞİN DOĞDUĞU YERE ULAŞINCA, ONU ÖYLE BİR KAVİM
ÜZERİNE DOĞAR BULDU Kİ, ONLAR İÇİN GÜNEŞE KARŞI BİR ÖRTÜ YAPMAMIŞTIK.
Kehf Suresi
incelenirse açıkça: Bilge Kağan'ın anlattıklarının birebir aynısı olduğu ve
Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de bu konunun aslının nakledildiği görülecektir.
Bilge Kağan
Kitâbelerinde şöyle devam etmektedir:
"Rahat
hayata, zenginliğe, Çin'in ipeğine kanma! Milletime, altını, beyaz gümüşü
kazandırdım. Hükmettiğim milletlere hakem olup, madenler erittim."
Şimdi:
Kur'an-ı
Kerim'de Zülkarneyn (a.s)'den bahsedilirken; Zülkarneyn (a.s)'ın Allah'ın
emri ile (buyruğu ile) bir ordu kurduğu, güneşin doğduğu yere bir yol tuttuğu,
yine güneşin battığı yere, dünyanın öbür ucuna bir yol tutup gittiği, Allah'ın,
O'na bu kavimler üzerinde; ister adalet ile hükmet, ister azap et yetkisi
verdiği açık açık belirtilmektedir.Yine Zülkarneyn (a.s) kıssasında; Yecüc ve Mecüc isminde bozgunculuk yapan
kavimden bahsedilmekte, bu bozguncuları Zülkarneyn (a.s) madenleri eriterek,
set çekerek, engellediği anlatılmaktadır.
Zülkarneyn
(a.s)'ın özelliklerine baktığımızda; büyük bir orduya sahip olması, kendisinin
büyük bir komutan olması, ordusuyla tüm dünyayı gezmesi ve Allah'ın emri ile
gittiği her yere iyilik, adalet ayrıca Allah bilgisi ve töre götürmesidir.
Özelliklere lütfen
dikkat buyurun: Kudretli bir komutan, büyük bir ordu ve tüm dünyayı
gezmesi…Özelliklere devam edecek olursak; Güneşin en doğduğu ve en
battığı yere ve kuzey ve güneyin uçlarına kadar gitmesi. Ve aynı zamanda
Allah'ın buyruğu ile gittiği yerlerdeki kavimlere adalet ve iyilik götürmesi…
Şimdi bir de Bilge
Kağan'ın yazıtlarda anlattıklarına bakalım:
Aynı şekilde
Bilge Kağan'ın (Bilge denmesi; bilgili, alim, erdemli bir insan olmasındandır.) Bilge
Kağan da, tıpkı Zülkarneyn (a.s) gibi bir komutan olup, büyük bir orduya
sahiptir. Ordusunun tıpkı Kehf Suresi'ndeki gibi (O da bir yol tutup gitti
ordusuyla) ayeti gibi güneşin en doğduğu ve en battığı yere, kavimlerin üzerine
gittiği (bu bir Tanrı buyruğudur demesi) yine adaletle hükmetmesi ve gittiği
yerleri milletine kazandırması, buralarla beraber buraların değerli madenlerini
ve zenginliklerini yine milletine kazandırması ve "Ey Türk Milleti, Üstte
gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ( ki burada da Kıyamete atıf
yapılmaktadır.) ilin tören bozulmayacaktır," diyerek, Türklerin Allah
buyruğu ile hareket ettiklerini ifade etmesi tıpkı Kehf Suresi ile neredeyse
birebir örtüşmektedir.
Türkler, aynı
zamanda genel millet olarak; Hz.Ali'nin (Kerremallahu veche- Hiç
puta tapmamış) sırrında bir kavimdir.
Atilla
yazıtlarında geçen, Atilla Romalıları tarif ederken; "PUTA TAPAN
KAVİMDİR" der ve şöyle devam eder; " IRKIMDAN OLAN PUTA TAPMAZ!"
Sanıldığı gibi Türkler
Şaman olmamışlardır. Puta da tapmamışlardır. Varolduklarından beri
tek Tengri, tek Allah inancına sahip olmuşlardır.
Yine yazıtlardan
öğrendiğimize göre Türkler; Allah'ın en büyük Kudret olduğuna, yeri göğü
yarattığına, yeri yeşerttiğine, öldüren ve dirilten O olduğuna
inanmışlardır.... Biz burada konuyu kısaca ele alıyoruz.
ZÜLKARNEYN (A.S)
BİLGE KAĞANDIR
Tarihin gizlediği ve bilerek gizlendiği bir sırdır….
Peki Bilge Kağan
gerçekte kimdir? Biraz sonra o konuya geleceğiz, konumuza devam edelim:
Şimdi, Üstte gök
çökmedikçe, altta yer delinmedikçe…Sözlerinin manalarına bir göz atalım.
Bu sözü söyleyen
Bilge Kağan'dır. Şimdi Kehf Suresi'nde geçen Zülkarneyn (a.s)'ın özelliğinden
bahsedelim. Zülkarneyn (a.s) Yecüc ve Mecüc isimli kavimin arasına set çeker.
Yecüc ve Mecüc kıyamete yakın en büyük alamet olarak, yine Kur'an'nın
ifadesine göre, seddi delecek ve bu kıyametin büyük alameti olacaktır. (Seddi
delmek ve yerin delinmesi.) Bu ifadeler, daha öncede söylediğimiz gibi Kur'an-ı
Kerim'in bir çok ayetinde kıyamet tarifinin neredeyse birebiridir. (Gök
çökerse, yer delinirse kıyamet olmaz mı? Kur'an ifadesiyle yer beşik gibi
sallanmaz mı? Güneş dürülmez mi?)
Bilge Kağan'da
aynı ifadeyi o günkü anlayışa, o günden bugüne adeta kelimelere bir zaman
yolculuğu yaptırarak anlatmıştır.
Zülkarneyn
(a.s)'da, kendi yaşadığı dönemde, çağına hükmetmiş, kendi döneminde yapmış
olduğu sed, kıyamete yakın delinmesi sebebiyle, bu çağa da hitap etmektedir.
Konu çok daha detaylı olup mümkün mertebe biz kısaca anlatmaya gayret
etmekteyiz.
Bu
anlattıklarımızdan sakın bir ırkın öne çıkarılması yapılıyor sanılmasın.
Anlatılmak istenilen açıktır. Türk ırkının, Türk Milleti'nin Rahmani olduğunun
vurgulanmasıdır.
Önemli bir not
düşecek olursak: Zülkarneyn (a.s); ordusuyla dünyanın her yanına
gittiğinde, oradaki kavimlerden de ordusuna asker ve komutanlar katmıştır.
Tıpkı Bilge Kağan'ın yaptığı gibi.Türk milleti de içinde barındırdığı tüm
unsurlarla bir millettir.
Oğuz, Öğüz, Öküz: (Güçlü, dev boynuzlu
manasına gelmektedir.)
Zülkarneyn ise Arapça'da; çift boynuzlu manasına gelmektedir.
Oğuz Kağan; Kendi
döneminde, başına giydiği, boynuzları olan başlıkları ile ünlüdür.
Oğuz denmesinin bir
sebebi de, çok güçlü olmasındandır.(Türk gibi güçlü!)
Kur'an-ı Kerim'de;
Allah'a kurban edilecek kurbanlıklar arasında; keçi, koyun, deve, sığır
sayılmaktadır. Bunlardan en makbulü, gücünden dolayı sığırdır. Koyun, keçi vs. göre daha
güçlüdür...
İlahi esrariye de Allah'a kurban millet (gücünden dolayı) ; TÜRK MİLLETİDİR! (Ariflere)
Bilge Kağan acaba Oğuz Kağan mıdır?
(Unutmayalım ki,
bilge lakabi bir isimdir, az önce de söylediğimiz gibi; Bilge
denmesi; bilgili, alim, erdemli bir insan olmasındandır.)
BİLGE KAĞAN (OĞUZ KAĞAN) = ZÜLKARNEYN (A.S)
Şimdi gelelim
ilahi mesaja:
Türk Millet'i ahir
zamanda büyük rol oynayacaktır. (Ordusuyla, milletiyle, mayasıyla…) Gazi Paşa; bu sırrı, ariflere,
birkaç kelimeyle şöyle ifade etmiştir:
"Muhtaç olduğun kudret
damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"
Burada anlatılmak
istenen, ü
Orhun
Kitâbelerinde tek Tanrı için; "Yeri yarattı, Gök'ü yarattı, ikisinin
arasında kişiyi yarattı. Kişi Gök'teki Tanrı'ya yakardı, yakındı" der.
Tek Allah inancını
ve Kur'an-ı Kerimde'ki yaradılışı ve Adem (a.s)'ı bu cümlelerde görmek çok açık.
Türk Millet'i var olduğundan beri Tek Allah'a inandı.
Unutulmamalıdır
ki, medeniyetler yıkıldı sanılsa da, yerlerine başkaları gelir ve yıkıldı
sandığımız medeniyetler gerçekte tam kaybolmazlar, birbirlerinin
sırlarını, izlerini taşırlar. Onun içindir ki ön uygarlıklar ve şimdiki
uygarlıklar arasında benzerlikler vardır. Bu kültürlere, törelere yazılara vs.
yansır ve devam ederek gelir.
Şimdi burada
kitâbelerle ilgili bilgilere bir göz atalım:
Orhun Kitâbeleri'nin üzerindeki bilgilerin benzerlerine M.Ö
4000'li yıllara ait taşlarda silinmiş bir şeklide rastlandı.
Bu bilgiler, taşların üzerinde eskidikçe, asırlar boyunca
başka taşlara aktarılarak günümüze kadar -bir kısmı- gelmiştir. Buradaki
bilgiler binlerce yıllık bilgilerdir. Aktarılarak günümüze kadar gelmiştir.
Yani sanıldığı gibi, buradaki bilgiler, yazıtların dikildiği tarihe ait
değildir. Örnek verecek olursak; Kur'an-ı Kerim 1400 yıl önce kağıda
yazıldı diyelim.2000'li yıllarda da dijital bilgisayara aktarıldı. Yani
buradaki bilgiler, 1400 yıl öncesine aittir, günümüze değil.
M.Ö 2000'li
yıllara ait, Çinli arkeologlar tarafından bulunan; yarı Çince yarı Türkçe ve
bir kısmı silinmiş olan yazıtlarda da, tıpkı Orhun Kitabeleri'ndeki bilgilere
rastlanmıştır.
Moğolistan'ın
güneyinde bulunan; taş ve seramik parçalarının incelenmesi neticesinde,
buradaki bilgilerin, Orhun Kitabeleri'ndeki bilgilere benzediği anlaşılmıştır.
Bulunan bu parçaların tarihi M.Ö 2000'li yıllara uzanmaktadır.
Orhun harfleriyle
yazılan yazıtlardan 13.yüzyıl Moğol tarihçisi Alaaddin Ata Melik Cüveynî ,
Tarih-i Cihan Güşa adlı yapıtında söz etmişti. Çin kaynakları da kitabelerin
dikilişini bildirmekteydi.
Rus çarı I.
Petro'nun emriyle Sibirya bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki
bilimci Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak subay
Strahlenberg, 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılmış Kırgızlara
ait mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları'ndan bir tanesini keşfetti. Bir
yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg İsveç'e dönüşünde bu inceleme ile
ilgili izlenimlerini kitap haline getirip Stockholm'de yayınladı. Böylece Orhun
yazısı bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu. Orhun yazıtlarından iki yüzyıl
öncesine ait Yenisey Yazıtları'nın tamamına yakını bu süreçte ortaya çıkarıldı.
Rus bilim
adamları,1943 yılında Sibirya'da taş mezarlar bulmuşlar ve ABD'li bilim
adamları ile ortak yaptıkları inceleme neticesinde, bu taşların
üzerindekilerin, 'Türklere ait fatih bir komutanın' sözleri olduklarını tespit
etmişlerdir…..
*
Şimdi gelelim
cahillikten veya art niyetli kişilerin bir iddiasına:
Türkler Kılıçla Müslüman
Olmuştur Yalanı:
Tarihte hep şunlar
anlatılır: Kuteybe isimli Arap Komutan, Asya'ya sefer düzenlemiş ve Türkler ile
savaşmış , Türkleri kılıç zoruyla Müslüman yapmıştır yalanına.
Yukarıda
anlattığımız konular araştırılırsa, Türklerin zaten var olduklarından beri Tek
Allah inancına sahip oldukları görülecektir.
Ama biz bir de
Kur'an-ı Kerim'den delil verelim. Müslüman, mücahit Kuteybe, eğer gerçekten
Türkleri zorla, kılıçla Müslüman yaptıysa, bu iddiayı dillendirenler şunu
düşünmezler mi:
Kur'an-ı Kerim
şöyle buyurmaktadır, Kaf Suresi 45. Ayet: "SEN ONLARA KARŞI BİR
ZORBA DEĞİLSİN.O HALDE SEN BENİM UYARIMDAN KORKAN KİMSELERE KUR'AN İLE ÖĞÜT
VER…."
(Şimdi iddia
sahiplerine şunu soruyoruz: Kuteybe; Zorla, kılıçla böyle bir fiil yaptıysa,
İlâhi Kelâm'ın mesajı itibarıyla zorba değil midir?)
Gaşiye Suresi 22.
Ayet: "SEN ONLARIN ÜZERİNDE ZORBA DEĞİLSİN, ZORLAYICI DEĞİLSİN,ZOR
KULLANACAK DEĞİLSİN."
Bakara Suresi
256. Ayet : " DİNDE ZORLAMA YOKTUR. "
Fetih Suresi 4.
Ayet: "İMANLARI
ARTSIN DİYE GÜVEN VE HAYIR VEREN O'DUR."
Şimdi anlatmak
istediğimiz, Kur'an-ı Kerim'in buna benzer birçok mesajını Kuteybe bilmiyor
muydu? Yoksa görmezden mi geldi? İddia sahipleri bir daha düşünsünler. Eğer
durum iddia sahiplerinin dediği gibiyse bu çok vahim bir durumdur. Kuteybe'nin
bırakın mücahit olmasını, Müslümanlığı bile tartışılır.
Şimdi gelelim
başka bir konuya; İslâm Dinini, İslâm Dünyası'nı Araplar ideolojik olarak
sahiplenme gibi bir misyon benimsemişlerdir. Tabi bunun alt yapısını
hazırlayanlar bellidir. (Şeytaniler,Yahudiler…)
Oysa İslâm Dini
alemlere rahmettir. İns'e ve Cin'se gelmiştir, hiçbir ayrım yapmadan. Bu konuyu
fazla deşifre etmeyeceğiz. Arifler bilir…
Şimdi mânâ sırlarından bir ifşa:
Bu öyle bir sır
ki, aynı zamanda suret aleminden de bir delil sunacağız. Önce bilinen meşhur
bir vâkıa'yı anlatalım:
Peygamberimiz
Hz.Muhammed (SAV) Mekke'yi feth etmiş, o gün Kâbe'deki putları kırmış ve
Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini istemiştir.
Kâbe'nin
anahtarları, o an içim müşrik olan, Osman Bin Talhâ'dadır. Mekke'nin fethî 11
Ocak 630 tarihidir. Bu tarihle ilgili sırrı ifşa etmeyeceğiz. Belki ilerde
inşallah…
Yine bir not
yukarıdaki yazıya atfen: Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke'yi feth
ettiğinde; uyuyanı uyandırmamış, ağaç kestirmemiş, kapıları zorlatmamış, çoluk
çocuğa dokundurtmamış kısacası zorbalık yaptırmamıştır. Zorla kimseyi Müslüman
yapmamıştır. Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle "Sen tebliğ et" emrini
uygulamıştır. Allah'ın emri dışında hareket etmemiştir.
İslâm dini :
"Ey insanlar!" hitabıyla tüm insanlığa davet dinidir.
Şimdi tekrar
konumuza dönelim:
Peygamber
Efendimiz (SAV) Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi
bilindiği gibi Hz. Ali'ye verir.
Dikkat buyurun
lütfen. Peygamber Efendimiz (SAV) Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini
EMREDİYOR! Anahtarların Hz. Ali tarafından getirilmesini EMREDİYOR!
Hz.Ali emir
üzerine gider, Osman Bin Talhâ'yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ
anahtarları vermeyi kabul etmez. "Kâbe'nin anahtarlarının yıllardır kendi
soylarında olduğunu ve Hz.Muhammed (SAV)'in peygamberliğine inanmadığını"
söyler. Hz. Ali ısrar eder. Çünkü 'emri' Peygamber Efendimiz (SAV)'den
almıştır. Ne pahasına olursa olsun 'emri' yerine getirmek istemektedir. Hz.
Ali, Osman Bin Talhâ'nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden
alır. (Bu ibareye lütfen dikkat : Elini sıkarak, canını yakarak, zorla!)
Hz. Ali,
anahtarları alarak, Peygamber Efendimiz (SAV)'in yanına gelir. Hz. Peygamber
(SAV)'e anahtarları uzatır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) anahtarları Hz.
Ali'den teslim alır.(Bu ibareye dikkat lütfen: Hz.Ali'nin elinden Hz.Peygamber
(SAV) teslim alır.) Ve şaşılacak bir şeklide Hz.Ali'ye tekrar anahtarları Hz.
Peygamber Efendimiz (SAV) uzatır.( Bu ibareye dikkat: Hz.Ali'den aldığı
anahtarları Peygamber Efendimiz (SAV) tekrar Hz.Ali'ye eliyle verir.) ve şöyle
buyurur:
"Ali, bu
anahtarları git Osman Bin Talhâ'ya teslim et" der. Hz.Ali şaşırır ve
sorar:
" Ey Allah'ın
Resulü (SAV), az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim
ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz.
Bunun hikmeti nedir ki?" diye sorar.
Peygamber
Efendimiz (SAV) bir çok sahabenin yanında şu ibret verici sözleri söyler:
"Ya Ali, sen
anahtarları yolda bana getirirken, Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy
gönderdi: " EMANETİ EHLİNE VERİNİZ! "
Kâbe'nin
anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe'nin
nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin
ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: "Git ve teslim et!" (Şimdi şu
ibareye dikkat lütfen: Allah buyruğudur, git ve teslim et! Yani emir Yüce
Allah'tandır.)
Hz. Ali bu emir
üzerine hemen geri döner ve Osman Bin Talhâ'yı bulur ve anahtarları eliyle
Osman Bin Talhâ'nın eline uzatır.
Bu sefer şaşırma
sırası Osman Bin Talhâ'dadır. Anahtarları alır ve sorar:
" Ya Ali, az
önce anahtarları elimden zorla alan sen değil miydin? Niye geri getirdin?"
der.
Hz.Ali olanları
anlatır: "Bu konuyla ilgili Peygamber Efendimiz (SAV)'e Ayet geldiğini,
Peygamberimizin (SAV)'de anahtarları geri yolladığını" söyler.
Osman Bin Talhâ,
müşrik iken bu hadise üzerine koşa koşa Peygamber Efendimiz (SAV)'in yanına
varır ve Efendimizin (SAV) şahitliğinde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman
olur.
Şimdi olayları
kısaca gözden geçirelim:
Peygamber
Efendimiz (SAV), önce kendi emri ile Hz.Ali'ye; " anahtarları getir!"
der.
Hz. Ali Osman Bin
Talhâ'nın elinden anahtarları alır ve kendi eliyle Hz. Peygamber (SAV)'in eline verir. Sonra Allah'ın emri ile Efendimiz (SAV) eliyleanahtarları Hz. Ali'nin eline verir. Hz.Ali'de kendi eliyle tekrar Osman Bin Talhâ'nın eline anahtarları verir.
Yani Allah'ın emri
olan " emaneti ehline teslim ediniz! " ayetinin "emri"
yerine getirilmiş olur.
Şimdi gelelim bu
konuyu neden anlattığımıza:
GİZLENEN SIR:
Hz. Osman
Bin Talhâ Kimdir?
Bütün Arap
kaynaklarında Süreyc kabilesinden bahsedilir. Süreyclilerin Orta Asya'dan gelen
Türkler olduğu, Arap tarihçilerinin eserlerinde de geçmektedir. "Ubeydullah
Türk'tü" derler. Ubeydullah Süreyc kabilesindendir. Bu sülâlenin mesleği
kılıç ustalığıdır. Bu aile Orta Asya'dan Anadolu'ya, oradan da Mekke'ye
kervanlarla gitmişler ve Mekke'ye yerleşmişlerdir. Tıpkı Selman Farisi
örneğinde olduğu gibi. Selman Farisi, İran'dan kalkıp Anadolu'ya gelmiş,
burada birkaç yıl kaldıktan sonra Mekke'ye gitmiştir.
Bu konuda kaynak
verecek olursak: 897-960 yıllarında yaşamış olan tabakât bilginlerinden
Ebü'l-Ferec el-Isfahânî yazmış olduğu Ağani isimli esrede Sureyclilerden
bahseder ve ; " Ubeydullah'ın babası Türk idi." Demektedir. (El Ağani
1.B.245)
Yine pek çok Arap
tarihçisi; Türk kılıçlarını uzun uzun anlatmışlar ve övmüşlerdir. Sureyc'de
Mekke'de bir Türk demirci ustasıydı. Kılıç yapmasıyla meşhurdu. Osman Bir Talhâ
Sureyc'in torunlarından olup, bu aileye mensuptur. Sureyc kelimesi
Arapça'da esserc kelimesinden alınmıştır. Aslında biraz lakabî bir isimdir.
Daha sonra es-sureyciyat diye anılmış, manası ise, Sureyc tarafından imal
edilmiş kılıçlar demektir. Çarşı ve pazarda kılıçlar bu isimle satılmıştır. O
dönemde, herkes bu kılıçlara sahip olmak istemektedir. ( Kaynaklar: Sıhhaül
Arabia, Tali.a.attar.Mısır 1956 1.sh. 322; İbn-i Mansur Erbil Fazl
Cemaleddin, Risatül Arap Bulak 1300.III. Sh. 122; El Yesui.l.M El Müncid. Sh.
339, Ayrıca bu konuda Prof.Dr.Zekeriya Kitapçı'nın, 'Saadet Asrında Türkler İlk
Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiileri' kitabına bakılabilir.)
Konuyu fazla
detaylandırmadan burada noktalayarak asıl konumuza dönelim.
Netice itibarıyla; Osman Bin Talhâ
Orta Asyalı bir Türk soyundandır. Ve kılıç ustasının torunudur. Peki burada
anlatmak istediğimiz nedir?
Burada anlatmak
istediğimiz, Kâbe'nin anahtarları: Allah'ın 'emri', Peygamber Efendimizin (SAV)
tatbiki ve Hz.Ali Efendimizin eliyle, Türk olan Osman Bin Talhâ'ya verilmiştir.
Bunun manadaki karşılığı, Kâbe'nin anahtarları:KIYAMETE KADAR
TÜRKLERDEDİR. (Ariflere)
Şimdi bilinmeyen bir
başka sırrı delilleriyle ortaya koyalım inşallah:
Peygamberimiz Hz.
Muhammed (SAV)'in; "İlmin şehri bensem, kapısı Ali'dir" sözünü
hatırlayınız. Bilindiği gibi Hz. Ali tasavvufta, bir çok tarikatın 'PİRİ' kabul
eldir.
Yani Hz.Ali;
Kâbe'nin bilgisini, anahtarlarını TÜRK MİLLETİ'NİN ELİNE VERMİŞTİR. Bu sırrı Allah'ın izniyle ilk defa ifşa
ediyoruz.
MUKADDES EMANETLER VE HZ.OSMAN'IN KILICI
Bilindiği üzere
Mukaddes Emanetler, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sonucunda İstanbul'a
getirilmiştir. Bu emanetler içersinde Hz. Osman'ın kılıcı da vardır. Şimdiye
kadar bilinen budur.
Oysa şimdi ilk defa bir
gerçeği, Hz. Osman'ın kılıcı ile ilgili gerçeği Allah'ın izni ile açıklıyoruz;
Hz. Osman'ın,
Topkapı Saray'ı Mukaddes Emanetler bölümüne sergilenen bir kılıcı vardır
ki, aslında bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in, Mısır Seferi sonucunda getirilen
emanetlerle birlikte İstanbul'a gelmemiştir.
Bu kılıç, daha
Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce, Hz. Osman döneminden, Ertuğrul Gazi'nin
eline Şeyh Edebali kanalıyla "kutsal bir işaret" olarak teslim edilmiştir. Şeyh
Edebali'nin eline geliş silsilesi ise: Sultan Seyyid Hoca Ahmed Yesevi
tarafından onu takip eden halifeleri vasıtasıyla ulaşmıştır;'bir Allah sırrı olarak'…
Konuyu biraz
açalım: Ertuğrul Gazi, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu, Osman Bey'in
babasıdır. Şeyh Edebali ise, Osman Bey'in kayınpederidir. Osman Bey'in gerçek
ismi Orhun'dur.
( Bu isim de ilk defa açıklanmaktadır)Kayı Boyu'nun, o günkü tüm isimlerine baktığımızda, bir tane
bile Arap kökenli isim göremezsiniz. Ertuğrul Gazi, Alp Arslan, Konuralp vs…
Peki Orhun ismi, nasıl olmuş da Osman olmuştur? Osmanlı Tarih araştırmacılarının en
çok sordukları ve cevabını aradıkları bu sorunun cevabını inşallah biz verelim:
İşte bu konuda şimdiye
kadar gizlenen sır:
Şeyh Edebali
bizzat Orhun'a : " Bundan sonra senin ismin Osman olsun, soyun bu isimle anılsın" demiştir.
Hz. Osman'ın o kılıcının "mânâ sırlarını" Osman Bey'e söyleyerek teslim etmiştir. Sanıldığı gibi bu
kılıç, Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferinden dönüşte getirdiği kutsal
emanetler içersinde gelmemiştir.
İşte delili:
Kılıç ustası
Ubeydullah ve Sureyc kabilesinden bahsettik. Ubeydullah Arap ismi
taşımasına rağmen Türk'tü.
Bu kılıcı, bizzat
kılıç ustası Türk Sahâbî yapmış Hz. Osman'a hediye etmiştir.
Dünya ve Türk tarihinde ilk defa bu konudaki delili sunuyoruz:
Topkapı Müzesi'nde gidip
gördüğünüzde kılıcın üzerindeki KAYI BOYU'NUNişareti dikkatinizi çekecektir. Kayı Boyu'nun damgası kılıç
üzerinde durmaktadır. Çıplak gözle net bir şekilde görülmektedir. Çünkü bu
kılıcın ustası Kayı Boyun'dandır.
Kayı Boyu'nu işareti:
(Türk damgalarının M.Ö.
5000'li yıllarda ortaya çıktığı delilleri ile beraber mevcuttur.Ve burada da
Kayı Boyu'na ait damganın benzerine rastlanmaktadır.)
Hz. Osman'dan, Osman Bin
Talhâ'ya geçip, oradan da Hoca Ahmed Yesevî'ye emanet edilmiştir.(Aradaki
detayları anlatmıyoruz….)
Daha sonra bu
kılıç, Hoca Ahmed Yesevî silsilesi yoluyla Şeyh Edebali'ye
gelmiş ve 'sırları ile beraber' Osman Bey'e teslim edilmiştir.
Orhun'un Osman olmasının
sırrı bu kılıç ile beraberdir. Nitekim, Osman Gazi'nin oğlunun ismi de yine Türk ismi Orhan'dır.
Kayı Boyu'nun
kılıcı; Mekke'de dövülmüş, Hz. Osman'a teslim edilmiş, Hz. Osman'dan Osman Bin
Talhâ'ya geçmiş ve Osman Bey'e ulaşmıştır. Yani tekrar Kayı Boyu'na, ait olduğu
yere dönmüştür.
Şimdi bunun izahını bize
yapsınlar. Şimdiye kadar, iddia edildiği şekilde bu kılıç Yavuz Sultan Selim'in
Mısır seferinden dönüşte getirilen Mukaddes Emanetlerin içersinde gelmişse, bu
kılıcın üzerinde Kayı Boyu'nun işareti ne aramaktadır?
Horasan
Erenleri'nin ve Melâmîlerin Piri, Hoca Ahmed Yesevî'ye selâm olsun!
Bu sırrı ifşa
etmeyi sebep kılan Allah'a hamd olsun!
Hz. Osman I. Osman
Osman Bin Talhâ
II. Osman
Osman Gazi III. Osman
Ya sonrası? ( Bu
konuyu şimdilik açmayacağız….)
Buraya kadar
anlatılmak istenilenleri anlayanlara selâm olsun….
Manaları sezenlere
selâm olsun…
Yüce Allah, İslâm'ın
Sancaktarı Türk Milletini, Türk Devletini ve Türk Ordusunu muzaffer kılsın! (AMİN)
Saygılarımla...
Oktan KELEŞ
http://www.onaltiyildiz.com/
sitesinden